Sevgili Hemşehrilerimiz ,Kaletepe buluşma noktasına hoşgeldiniz. Uzun bir aradan sonra tekrar sizinle buluştuk.

Sitemizin  tüm içeriğiyle  sizlere hizmet verebilmesi için uğraş vermekteyiz.. Sizlerden gelebilecek katkılarla sitemizin içeriği ayrıca zenginlik kazanacaktır. 

Zeki Öztürk&Hüseyin Öztürk

 

ESKİ ZAMANLARDA OKUL HAYATI

       Okula kayıt işlemleri 1970'li yıllarda, velilerin okula gitmesiyle yapılmaz, o dönemin okul müdürü Kozan'lı Hasan Bulut'un sokakta gezerek okul çağı gelmiş çocukları tespit ederek kayıt etmesiyle gerçekleştirilirdi. Haberiniz olmadan yaşınız geldiğinden otomatikmen okullu olunurdu. Bazen tespit edilemeyenler yüzünden yada sınıfta kalmalar nedeniyle aynı sınıftaki öğrenciler arasında çok yaş farkı da olurdu.

Okul açılmadan bir gün evvel, okula devam eden veya başlayacak öğrenciler, görevli olmadığından sınıfların genel temizliği ile sıraların temizliği yaparlardı. O zaman sular teneke ile okulun hemen yanındaki çeşmeden çeşitli su kaplarıyla taşınırdı.

Eğitim öğrencilerin sayısına göre tekli veya ikili olurdu. Kimi zaman köyün alt kısmında bulunan ve medrese olarak yapılmış bina da eğitim için kullanılmıştır. Bu yüzden aşağı okul ve yukarı okul ayrımıda da dönem dönem yaşanmıştır.

Derslerin başlamasıyla birlikte, hergün sınıftan 2 öğrenci nöbetçi kalır ve ders bitiminde sınıf ve tuvaletlerin temizliği yapılırdı. Bu süreç köyde uzun zaman devam etmiştir.

Havaların soğumasıyla birlikte, o dönemde her öğrenci ısınmak amacıyla evlerinden okula odun getirmek zorundaydı. Sınıf başkanı olan kişi aynı zamanda bu işi de kontrol ederdi. Yıllar sonra köylüler ortaklaşa odun taşımaya başladılar.

Okullarda şimdiki gibi beslenme çantaları taşınmadığından genelde getirilen yiyecekler dışarı bir yere konur, tenefüste tüketilirdi. Ancak, bir dönem sonra, özellikle Amerikalıların süt tozu yardımlarının olduğu zamanda 2. veya 3. desten sonra Sütlük denilen yerde, süt tozundan süt hazırlanır ve evlerinden bardak getiren öğrencilere dağıtılırdı. Kimi zaman cam bardakların soğuk olması nedeniyle sıcak süt konduğunda dipleri düşerdi, bu yüzden genellikle plastik bardak tercih edilirdi. Ayrıca bir kaç öğrenciye birlikte un ve yağ verilir, bu malzemeyle bu öğrencilerin aileleri bugünkü poaçaya benzer çörekler yaparlardı. Bu çöreklerde kimi zaman sütle beraber öğrencilere servis edilirdi.

Kışın karlı günlerinde öğrenciler tek başına okula giderlerdi. Ailerin çocuklarını okula götürmek gibi bir lüksü yoktu. Bu sebeble 1.ve 2. sınıf öğrencileri genelde sınfta nöbetçi öğrenci tarafından yakılan sobanın etrafında ısınırken, göz yaşları içinde soğuktan donmuş ellerini oğuşturur, bir yandan da ıslanan ayaklarını kurutmaya çalışırdı. Günlerce kar yağmasına karşın okulun tatil olduğu günler ancak, Cumatesi öğle saatinde başlayan 1, 5 günlük hafta sonu tatili ile resmi tatil günleriydi.

Okulun önünde yere taşlarla yapılmış bir ayyıldız bulunmaktaydı. Her baharda bu ayyıldızın etrafı tekrardan temizlenirdi. Bahar dönemi komşu köyün okulları ziyarete gelir, kimi zamanda dar bir çerçevede de olsa köyler arası bilgi yarışması veya ortak piknikler düzenlenirdi.

Bayram törenlerinde çok sık olmasa da milletimizin kahramanlıklarını anlatan kısa öyküleri içeren piyesler oynanırdı. 23 nisan 1972 yılındaki Rahmetli Ali Büyüksoy'un harmanında yapılan piyes bunların en akılda kalanlarındandır. Bayram törenlerindeki bir gelenekte, bayram törenini seyretmeye gelen hemşehrilerimizin öğrenciler dağıtılmak üzere şeker getirip tören alanında bunun için ayrılmış yere koymalarıydı. Bu şekerler tören sonunda öğrencilere dağıtılırdı.

Öte yandan 10 Kasım törenlerinde öğrenciler, yasın belirtisi olarak her zaman okul kıyafetleri olan siyah önlüklerinin üstüne taktıkları beyaz yakaları çıkarırlardı ve okul müdürünün özel arşivinde bulunan Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı bir konuşma orijinal sesinden öğrencilere dinlettirilirdi.

Okula devamda kusur eden öğrenciler sözlü uyarılara karşın, devamsızlıkta ısrar ederlerse, bütün öğrencilerin önünde eski dönemden kalma bir teknik olan falaka ' dan da nasibini alırlardı.

Dersler dışında öğretmenlere gözükmek büyük bir suçluluk olarak algılanır ve öğretmenin geldiği yollar hemen değiştirilirdi. Okul sonrası, oyun oynandığını öğretmenin görmesi sınıftaki öğrencinin aleyhine bir durum oluştururdu.

İçkinin adının bile geçmediği bu dönemlerde, yaz tatilinde bile sigara kullanma gibi kötü alışkanlıklarınız tespit edilse bir şekilde cezasız kalmazdı.

Okul genelde 30 Nisan'da kapanırdı. Mezun olan öğrencilerin ailesi zaman zaman okul müdürüne hediye götürürlerdi. Öğretmenler köyün en itibarlı kişileri, aynı zamanda resmi otoritenin bir yerde temsilcileriydi.

Yeterince öğretmenin bulunmadığı veya izinli bulunduğu zamanlarda Çayıralan ilçesinde Lise'de okuyan köyün gençleri gecici olarak zaman zaman öğretmenlik görevini yerine getirirlerdi.

Köyde uzun süre kalan öğretmenlerden bazıları, İbrahim …….., Hasan Bulut, Mustafa......., Arif Bayram, İsmail Akkuş, Dönsel Güler, Saadet Kaya, Mahmut ………, İsmail Keçeli, Hasan Geçol, Ömer Sungur ilk akla gelenleridir.

İlkokulu bitiren öğrencilerden çok azı yüksek öğrenime devam edebiliyordu, bunun için genelde Çayıralan, Sarıkaya ve Kayseri ile sayıları fazla olmasa da Ankara tercih ediliyordu.

Şimdilerde öğrenci sayısı az olduğundan taşıma eğitim yapılmaktadır.

 

             ESKİ ZAMANLARDA  KÖYDE SOSYAL HAYAT

          1976 yılına kadar köyde elektik bulunmadığından, genelde erken yatılır ve erken kalkılırdı. Yatsı Namazı yatma saatini, sabah namazı ise kalkma saatini belirlerdi. Gaz lambası ışığında zaman zaman sohbetlerde olurdu. Bu sohbetler kışın biraz daha uzun olurken yazın gecelerin kısalığı nedeniyle daha çabuk biterdi, bunun istisnası Almancıların tatil dönemi olurdu. Gecelere renk katan günler genelde arabaşı günleri olurdu.

Kış mevsiminde, sabah namazını müteakip, hayvanları olanlar onlarla ilgilenir, daha sonra da sobası olan sobasını, olmayan ise bugünki şöminelere benzeyen doğal ocaklarını yakarlardı. Kar yağması durumunda ise ilk önce eski damlı evlerde oturanlar damlarındaki karları temizlerlerdi (kürerlerdi). Okul çocukları olan, onları okula gönderdikten sonra günlük diğer işlerle ilgilenirlerdi.

Tatil günlerinde ise çocuklar erkenden kalkıp, kızaklarını alarak sabahın donunda ya Köseliye veya Kalenin yüzüne kaymaya giderlerdi. Çocuklar genelde kızaklarını kendileri yaparlardı. Çok az ebeveyn çocuklarına ve torunlarına kızak yapmıştır. Aynı zamanda kışın odun taşımak içinde büyük boyutlu kızaklar yapılırdı. Kızak kayarken üst başın ıslanması ve öksürmek, aksırmak dikkat edilecek bir durum arzetmezdi. Eğlence varsa sorun yoktu. Zaten belli bir döneme kadar köyün çocukları doğal olarak hastalıkların üstesinden gelmişse Allah'ın izniyle yaşama şansını elde etmişlerdi. Doktorun yerine köyde iğne yapan tecrübeli biri, doğum işleri içinde yaşlı kadınlar görev yapardı.

Bahar ayının başlamasıyla birlikte (bazen uzun kar yağışları nedediyle bu dönemin Mayıs ayını bulduğu da olurdu.), sonbaharda ekilmeyen tarlalar ekilmeye başlanırdı. Sabah'ın ilk ışıklarıyle başlayan hayat, hayvanların sürülere katılmasıyla devam ederdi. Kimi zaman büyükbaş hayvanları ailelerin çoçukları güderlerdi (otlatırlardı). Bu konuda şu anda yaşları 40- 50 civarında olan hemşehrilerimizin oldukça ilginç hikayeleri mutlaka vardır. Ayrıca kuzulayan koyun ve keçilerin yavrularıyla ilgilenmek bu dönemde çocukların en büyük sevinç kaynaklarından biriydi. Çocuklar bu dönem çiğdem toplamaya, yetişkinlerde başka işleri yoksa erkenden Çamseriye mantar toplamaya giderlerdi. Kimi zaman da çocuklar, gündüzleri aynız (boynuz), çelik çomak, hotak, deve dişi, dalya, sek sek, birdir bir gibi oyunlar, geceleri sobeye benzeyen ay gördüm oynardı.

Yazın başlamasıyla birlikte fiğlerin yolunması başlar, şimdi artık pek ilgilenilmeyen bağlara çağla toplamaya gidilirdi. Odun ihtiyacı olan ailelerin çocukları ise, ormandan eşşeklerle evlerine odun taşırlardı. Zaman zaman Ormancı'yla karşılaşmaları ise oldukça heyecanlı ve korkulu saatlerin yaşanmasına neden olurdu. Biçer-döver uzun bir süre Köye gelmediğinden genelde ekinler tırpanla biçilir, deste edilir ve yığın haline getirilir, sonra at arabalarıyla harmanlık yerlere taşınırdı. Geceleri taşınan sapları korumak için açık havada harmanda yatmak ta en güzel işlerden biriydi. İşi olmayan çocuklar genelde ya arabaların üzerinde sap çiğnerlerdi veya gelen sallı sap arabalarının arkasından sallanırlardı. Bazende sapların içerisinde oynamak oldukça eğlenceli olurdu.Taşınan bu ekinlerler günlerce, kimi zaman çocukların da büyük ilgi gösterdiği düvenle harmanlanır ve sabahın erken saatlerinde hafif rüzgarlı havalarda, bazen imece usulüyle, kimi zamanda sadece aile bireyleriyle savrularak denesi, samanından ayrılırdı. Daha sonra çıkan deneler kalburlarla elenir ve seklem veya torbalara doldurulurdu. Bu dönemde, hayvanlarla meyve satan satıcılar ile dükkanlardan alışverişlerde buğdayla alış veriş yapmak bugünkü kredi kartlarının yayğınlığı kadar köyde yaygın olurdu. Bütün savurma işlemleri bittikten sonra samanlar, samanlıklara taşınırdı. Samanlık çiğnemeleri de (çığnamaları veya yosmaları) en sıkıntılı, fakat çocuklar açısından eğlenceli işlerden biriydi. Batöz'ün (patos) köye gelmesiyle, önce düven ortadan kayboldu, sonrada savurma işi, en sonunda da biçer-döverin gelmesiyle hem savurma işi, hem de tırpan ve onun aksesuarı olan, örs, çekiç ve masat taşı ortadan kayboldu.

1- 2 ay süren ırgatlıktan (Hasat ve harmanlama) sonra, samanların samanlığa atılmasını müteakip, değirmenlere gidecek buğdaylar yıkanır ve serilirdi. Elektrikli değirmenler gelene kadar genelde komşu köylerdeki su değirmenlerine eşşeklerle veya at arabalarıyle buğdaylar taşınır, un olduktan sonra geri dönülürdü. Çok eski zamanlarda ise değirmenlerde değirmen çörekleri ateşe gömürlerek yapılırmış. Bu dönemda ayrıca bulgur kaynatılır (Bugünlerden birinde gökyüzünde çok büyük bir değişiklik meydana gelmiş-muhtemelen güneş tutulması idi-, acer (taze, yeni) danasını arayan Gülizar (Gülhisar) Bibi (hala) de köyün tarihindeki yerini almıştır.) ve günlerce sergilerde kurutulur; yarmalıklar köyün Karabacakların pınarının yakınındaki atla çekilen setende sırasıyla yarmaya çevrilir, bulgurlar da bulgur değirmeni kurulana kadar evdeki iki taştan oluşan bulgur taşlarında elle çevirmek suretiyle türküler eşliğinde yapılırdı.

Yaz dönemi aynı zamanda hasretlik çekenlerin kavuşma ayları olurdu. Köyde bu dönemde motorlu taşıt trafiği artar, ziyafetlerde olabildiğince çoğalırdı. Bugün artık rutin bir iş olan piknik işleri kesilen bir oğlak veya koyunla harman sonunun bir ödülü gibi olurdu. Düğünlerde genelde, bugün de olduğu gibi, bu dönem de ancak harman sonunda yapılırdı.

Sonbahar'la birlikte, kendiri olanlarda onları suya basıp, yumuşattıktan sonra kağnı tekerlerinde döverek çöplerini ayıklar ve kendir haline getirir kışın boz zamanlarında kirmen ile eğirmek üzere hazırlarlardı. Bostanları ve bahçeleri olanlar da bu işlerini tamamlardı. Çok eski zamanlarda ise bağları olanlar bağ bozumunu yapar, üzümlerin kesimini takip eden günlerde pekmez kaynatırlardı. Pekmez kaynatma işi o kadar eskilerde kalmıştırki bugün ancak 40 yaşın üzerindekiler köyde pekmez kaynatıldığını ancak hatırlayabilirler. Sonrakilerin hatırladıkları genelde civar köy ve kasabalardan gelen pekmez satıcılarıdır. Bugün bağlara yeniden bakılmaya başlandığı haberleri geliyor, bu üretimin düşünülmesi açısından sevindiricidir.

Sonbahar döneminde ayrıca, kış hazırlıkları başlar, devletin verdiği urusgatla (ruhsatla), ormandan yakacak temin edilirdi. Ayrıca nadasa bırakılacak tarlaları tekrar sürülmesi başlar, ekilecek alanlarda sürülürdü. Çatısı olmayan evler kışa hazırlanır, damlar onarımdan geçirilirdi. Bu dönemde çocuklar genelde ayı dedikleri topaç çevirirlerdi.

Köylülerimizin buluşma yeri Hacıali'nin armudunun altı olurdu. Bu armut kesilip gitmesine rağmen ismi hala yaşamaktadır. Yaz aylarında burası zaman zaman yine buluşma noktası olarak kullanılmaktadır. Bu mekan Külekçili Sabir'in kamyonuyla Hamam Pazarı'na gidilği vakitler inilip binilecek durak olarak ta kullanılmıştır.

1970'li yıllarda köyde iki dükkan vardı; biri rahmetli Necib'in Yusuf'un, diğer ise İzzet Yılmaz (Sonra oğlu Yasin Yılmaz işletmiştir)'ın dükkanı, bir ara Mıstığın (Mustafa) Mehmet Kabataş'ın işlettiğini saymaz isek. Bu dükkanlara bir üçüncüsü Aslan Korkut'un açtığı eklenmiştir. Dükkanlar Çaaşıında kurulan (Çayıralan- Çayşehri) Salı Pazarı'ndan sebze ve meyveyi önceleri at arabasıyla sonra da traktörlerle taşıyarak köylülerimizin istifadelerine sunmuşlardır. Ayrıca yaz aylarında, harnupçuların (çerçcicilerin) yanında, kimi zaman hayvanlarla veya kamyon ve traktörlerle de meyve ve sebze getirip satanlar hep olmuştur.Bu dönemde traktörler en önemli ulaşım aracıydı. Bunların ilki Ahmet (Gazi) Kabataş'ın sürekli çalışmakta sıkıntı çıkaran Ford marka traktörü, diğerleri ise Seyfi Çelik ve Hüsnü Berk'in Massey Fergusonlarıydı. Daha sonra cipler (jeep) traktörün yerini aldı. Bugünse her evde nerdeyse bir traktörün yanında bir otomobil var.

O dönemlerde her yetişkin küçüğünün terbiyecisi sayılırdı. Akraba olup olmadığına bakılmaksızın yanlış yapanlar mutlaka uyarılırdı. Aileler bu durumu normal karşılardı. Büyükelerden birinin yapılmasını istediği bir şeyi yerine getirmemek ayıp olarak kabul edilirdi. Komşuluk ilişkileri son derece ileri seviyede idi, bugünkü gibi evler arasında sık duvarlar bulunmuyordu. Ramazan aylarında beraber iftarlar ve kandil gecelerinde belli evlerde büyük çaplı buluşmalar gerçekleştirilirdi.

Her sülalenin, maddi durumuna göre bakımlı ve işlemeli tavanları ve dolapları olan bir odası bulunurdu, yetişkin erkekler akşamları orada toplanırlardı ve gençler onlara hizmet eder, o mekanda bulunanların evinde pişen yemek bu odalara gönderilirdi. Bayram yemekleri yine aynı şekilde bu odalarda topluca yenilirdi. Bu odalar aynı zamanda köydeki her türlü dini ve dünyevi sohbetlerin yapıldığı, büyüklerin konuştuğu küçüklerin dinlediği mekanlar olup, köy dışından gelen tanıdık ve tanımadık yabancı misafirler buralarda yatıp kalkarlardı. Bu uygulama şimdi tamamen unutulsa da, işlevsel boyutu değişmiş olsa da odaların bir ikisi halen varlığını sürdürmektedir.

Köyün hanımları karşıdan karşıya geçerken bir erkeğin geldiğini görünce erkek geçene kadar beklerlerdi. Bu erkeğin yaş olarak kendinden büyük veya küçük olması durumu değiştirmezdi. Geçerse, erkegin önünden geçti diye çok ayıplarlanırdı. Geçen hanım, çevresi ve büyükleri tarafından ikaz edilirdi. Şimdilerde yaşlı hanımlar genelde bu uygulamayı hala sürdürüyorlar. Aile reisleri, eskiden annesinin, babasının veya büyüklerinin yanında çocuklarını, velevki gurbetten gelmiş ve yıllardır çocuklarını görmemiş olsalar bile, saygıdan dolayı, sevip kucaklarına alamazlardı. Çocuklar eve gelen yabancı misafirin elini öper gibi babalarının da elini öperlerdi. Bugün için anlatması dahi hoş olmasa da, ailesi rahatsız yatıyor olsa ve çocukları ağlasa veya bir yerden düşse, bir ihtiyacı olsa bile büyüklerinin yanında kalkıpta çocuklarıyla ilgilenemezlerdi. Bunca uygulamaya rağmen çocuklar büyüklerine karşı sonuna kadar saygıda kusur etmezlerdi. Yukardaki kesitler sadece kısa zaman dilimlerinden yapılan alıntılardır. Akla gelmedik daha bir çok ayrıntı elbette vardır. Bunları da sizlerden bekliyoruz.